Takım olmak ya da olamamak? 🤔

MSAHIN
6 min readMar 28, 2023

Selamlar, naber? Ben bildiğin gibi, standart.

Düşünüyorum da pek çok projede çalışma fırsatım oldu. Farklı coğrafyalardan çeşitli insanlarla farklı çalışma disiplinleriyle/kültürleriyle ve türlü iş modelleriyle karşılaştım. Ne zaman aklıma gelse çok şanslı hissederim. Hem iki insanın sohbet etmesi kadar daha verimli bir aktivite yoktur şu hayatta. İnsanların birbirlerini anlama çabası ve beraberinde gelen çözüm odaklı o iş birlik. Bugün bahsetmek istediğim konunun özü buna yakın bir yerde saklı, “takım olmak veya olamamak”, çünkü gerçekten de bütün mesele bu.

Photo by Priscilla Du Preez on Unsplash

Hepimizin buluştuğu ortak bir kanı varsa o da iş yerindeki en büyük problemlerin İLETİŞİM kaynaklı olduğudur herhalde. İş yerinde karşılaşılan sadece iletişim problemlerini pek çok kategoriye ayırıp hepsi üzerine tez yazmak mümkün olsa gerek. Ben bu iletişim problemlerinden birisi ile başlıyorum, madde madde gidelim ki temiz olsun.

İletişimin azı zarar, çoğu karar.

Photo by Clem Onojeghuo on Unsplash

Zannediyor musunuz ki iletişim problemleri yanlış iletişim kurmaktan geçiyor? Hayır, öyle değil. İletişim problemlerinin neredeyse tamamı hiç iletişim kurmamaktan veya çok az kurmaktan kaynaklanıyor.

Çünkü genelde iletişim kurmaya değer görmüyoruz meseleleri, “zaten o beni anlamıştır” diyoruz. Halbuki genelde bir seferde veya tek bir maille ne anlaşılabiliyoruz, ne de derdimizi anlatabiliyoruz.

İletişim kurmaktan türlü sebeplerle imtina eden ekip üyeleri ister istemez projelerin ilerlemesindeki en büyük blokaj oluyor. Teyitleşmeler ve yeri geldikçe dürtmeler oldukça kritik ve gerekli. Periyodik olarak tüm ekibin aynı sayfada olduğu teyit edilmelidir ki takımca ilerlemek mümkün olabilsin.

Doğru zamanda geri bildirim.

Photo by John Schnobrich on Unsplash

O kadar genel bir başlık olmuş ki, hangi durumda, hangi tür görevlerde, kime ve hangi yollarla (yazılı/sözlü) geri bildirim vereceğimiz kısmı tamamen işimiz özelinde değişir. Ancak konunun özü şu, bir görev üstlendiğimizde uygun görülen bir zaman diliminde gidişat ile ilgili (mümkünse yazılı) periyodik bilgilendirmek. Bu bizi ve tüm takımı sigortalar, süreci şeffaf hale getirir. Bu yüzden lütfen bilgilendirelim.

Hiç kimsenin şimdiye kadar “neden beni bu konuda bilgilendirdin” diye ters yaptığını görmedim ama bilgilendirilmeyen durumlarda öyle sayısız felaket örneği gördüm ki. Bilgilendirme iyidir, bilgilendirmenin zararı gelmez, bilgilendirme ucuzdur, süreçteki riskleri azaltır ve takımca daha şeffaf bir süreç inşa edilmesine olanak sağlar. Bilgilendirmemek veya geç bilgi vermek her durumda risklidir, üzerimizdeki sorumluluğu ağırlaştırır ve zaman geçtikçe takımda oluşacak stresi artırır.

Aldığınız görevin gidişatı iyi/kötü/nötr olabilir, hiç fark etmez. Her durumda bilgilendirme şart. Gecikmiş bir bilgilendirme -özellikle gidişatın iyi olmadığı durumda- sürpriz etkisi yaratacak ve faturanın kesileceği birkaç kişiden birisi olmanız işten bile değil.

Her türlü görevi sorunsuz halletmek mümkün değil, nasıl olsun ki? Kimsenin hiçbir kuruma süper kahramanlık yapmak gibi bir borcu yok. Ancak doğru zamanda yapılan bilgilendirmeler takım liderine ve yöneticilere aksiyon alabilmeleri için hareket alanı sağlar. Bu aksiyonun da takımın üzerinde oluşacak olan stresi ve sorumluluğu azaltacağını temin ederim.

Yanlış anlaşılmasın: Bir engelle karşılaştınız diyelim, öncelikle çözmeye çalışmanız ve uğraşmanız elbette en doğal olan. Her sorun bilgilendirmeye değer olmayabilir, evet. Ama bu sorunu çözüp çözemeyeceğinize dair iç sesiniz ve alabileceğiniz inisiyatifler doğrultusunda erken bilgilendirme sistemi hayat kurtarır.

Sorumluluk almaktan kaçınma.

Photo by frank mckenna on Unsplash

Daha önce yapmadığımız bir çalışmayı/geliştirmeyi ilk kez deniyor olmak hepimizi ürkütür. Öyle ya bazen bildiğimiz şeyleri bile yapamazken daha önce hiç denemediğimiz bir şey elbette problemlerle dolu olacaktır. Çözebileceğinin garantisi de yok. Hem bazı sorunların çözümü de yoktur :) Hal böyleyken sorumluluk almak, bazı görevleri üstlenmek korkutucu gelebilir. Hatta sorumluluk almamak bazen sorumlu bir davranış bile sayılabilir! (ama kafa karıştırıcı olmaması için bu cümleyi unutun.)

Sorumluluk, üzüntü gibidir, paylaşıldıkça azalır. Sorumluluk almak için öne çıkmak kendinizi geliştirebilmeniz için size mutlak olanak sağlar. Beynin yeni bir konsepti öğrenmesi için biraz strese ihtiyacı var. Bu gibi durumlarda sorumluluk almak mevcut konfor alanınızı terk etmek anlamına gelir. Bana sorarsanız bugüne kadar aldığım hiçbir sorumluluktan pişman olmadım, hepsini gözümde büyütmüşüm. Aksine bazı almadığm sorumluluklar için ve çekingen tavrım için pişmanım.

Kendinizi en iyi tanıyan kişi sizsiniz. Kendinize ne kadar güveneceğiniz konusunda iyi bir tahminci olmaya çalışın. Çünkü takım olmak, sorumluluk almayı gerektirir. Paylaşılan sorumluluklar dar-boğazları azaltır, takım için koordinasyonu ve disiplini güçlendirir.

Sorumluluklar sayesinde kendinize yeni bir meydan okuma alanı yaratır ve görevi tamamladığınızda bunun size getirdiği tatmin duygusunun tadını çıkarırsınız. Takdir edilme, saygınlık ve yükselme şansı yakalayabilir ve daha motive olursunuz. Bu motivasyon sizi daha sorumlu ve çalışkan yapmaya zorlar ve tüm bunlar elbette beraberinde başarılı olmayı getirir.

Bir göreve hazır olmak demek, başarısız olsanız da tekrar tekrar deneyecek gücü kendinizde bulmanız demektir.

Yanlış anlaşılmasın: Scrum’da sabah sabah yürek yemiş gibi kaldıramayacağınız sorumluluklar üstlenelim demiyorum. Planlamalarda en kötü senaryoyu hesaba katarak makul olmak gerek. :)

Görevi tam anlamıyla benimsemek.

Photo by Sid Leigh on Unsplash

Yetkin olmadığımız veya doğrudan iş tanımımız altında bulunmayan görevlerle karşılaşırız bazen. Çoğu kişi bu durumdan nefret eder. Nedense ben bu işlere karşı da oldukça ılımlıyım ve daima yeni bir şey öğreniyorum kafasıyla yaklaşırım. Belki bu durumdan hoşlanmayan arkadaşlar dikeyde kendilerini geliştirmek istiyor olabilirler. Veya benden daha profesyonel bir bakış açısına sahip oldukları için bunu iş etiğine aykırı buluyorlardır, olabilir.

Görevler şöyle ya da böyle olsun, görevleri sevelim veya sevmeyelim. Varmak istediğim konu şu, üzerimize bir görev atandıysa ve bunu kabul ediyorsak o görevi benimsemek zorunda olduğumuz gerçeği. Görevleri benimsemediğimizde işini sevmeyerek yapan birinin özensizce çıkardığı çalışmalardan öte gitmiyor yapılanlar ve bu da takımın çıktı kalitesini doğrudan etkiliyor.

Yeterince vakit ayırmak, mücadele etmek.

Photo by Priscilla Du Preez on Unsplash

Görevler dağıtıldı, üstelik hepsi ar-ge. Çok güzel, ama büyük bir soru işareti var. Bir zihin işçisi (beyaz yakalı) hakkında tahmin edilmesi en zor soru. Kişinin görevlere konsantre şekilde ne kadar vakit ayırdığı.

Herkes bir işi yüzlerce farklı şekilde yapabilir, bu kişinin deneyimine ve zekasına göre değişiklik gösterecektir. Bu yüzden bir kişinin verimliliği veya görevlere ayırdığı süreye ölçmek acayip zor bir konu, öyle commit sayısıyla ölçülecek cinsten değil. Üstelik görevleri bitirmek veya bitirmemekten ziyade hakkıyla bitirmek diye bir seçenek daha karşımıza çıkıyor “ar-ge” görevlerinde. Özellikle ar-ge dedim çünkü bu CRUD işlemler yapan bir uygulamayı geliştirmekten çok daha farklı bir süreç. Hal böyle olunca görevin üstesinden gelmek için kaç makale okundu, kaç github reposu tarandı, hangi stratejiler güdüldü de problem çözülemedi veya çözüldü ama tam da beklenen etki ile çözülemedi?

Aslında bu yazıda cevabını aradığım soru bu değil. Vurgulamak istediğim konu takım olmak için gerçekten konsantre bir şekilde görevlere gereken vakti ayırmak ve görevler için mücadele etmek gerekiyor. Evet kimse bizim ne kadar vakit/efor harcadığımızı ölçemese bile! Aksi takdirde iş etiğine de aykırı bir durum oluşacaktır.

Toplantılarda ölü adamı* oynamak.

Photo by Chris Montgomery on Unsplash

Toplantılarda söz almaya yeltenmemek, hiçbir görüş ve öneri bildirmemek, görünmez olmak. Yani aktif bir katılımcı olup katkı sunmak yerine “siz konuşun, kararlaştırın, üzerime bir şey düşüyorsa toplantı bitince bana da bir özet haber verirsiniz” demek.

Veya daha kötüsünü söyleyeyim, sıkılmış bir vaziyette beden dilini hoyratça yansıtıp yayılarak oflamak, derin derin nefes almak. Daha fazla yorum yapmaya gerek var mı?

Yanlış anlaşılmasın: Gereksiz yere onlarca toplantı yapılıyor olabilir, toplantılar gereksiz şekilde uzatılıyor ve aslında gerekli olmayan pek çok kişinin zamanını çalıyor olabilir, bunlar tamamen farklı konular.

* Ölü kelimesi adamlara daha çok yakıştığı için öyle tamladım.

Soru sormamak ya da soramamak.

Photo by Felicia Buitenwerf on Unsplash

Başka bir iletişim vakasıyla devam edelim. Bir aktarım toplantısı esnasında veya sonrasında anlamadığınız bir şeyi bir türlü sormamak. Sormaya çekinmek, bilmediğinizi belli etmek istememek veya diğer sebeplerle soramamak.

Başta küçük bir sıkıntı gibi görülse de gitgide büyür, en başında çözülüp kurtulmamız gereken bir borç gibidir. Eninde sonunda ödenmek zorundadır. Çünkü soru işaretleri oldukça takımca aynı sayfada olmak mümkün olmayacaktır.

Ekstra: Hem soru sormak çok iyi bir şeydir! Diyelim bir aktarım yaptık, dinlendi ve bitti. Ertesi günlerde soru sorulursa bu aktarım yapılan işe başlandığını gösterir. Bir konu hakkında soru sorulması genelde anlamaya çalışmalarının, çabalarının bir eseridir, gayet olumlu bir geri bildirim. Her zaman olmasa da genelde hiçbir soru sorulmaması muhtemelen o işe henüz başlanmadığı anlamına gelir. :)

Özetle, takım olabilmenin önünde başlıca gördüğüm engelleri kendi akıl süzgecimden geçirerek yorumlamaya çalıştım. Umarım faydalı olmuştur.

Yoksa siz Spotify üzerinden beni takip etmiyor musunuz hala?

--

--